Vadim Şişkin ile Sezgi ve Hedef Semineri

Vadim Şişkin ile Sezgi ve Hedef Semineri – 2.04.2025 2

Metin, seminerin birebir kayıtları temel alınarak düzenlenmiştir. Anlatıcının tarzı ve konuşma ritmi korunmuş, hiçbir anlam kaybı ya da ekleme yapılmamıştır.

Pekâlâ.
Evet, toplanmayı başardık. O hâlde, şimdi biraz duraksayarak konuşacağım, çünkü aramızda farklı ülkelerden birçok kişi var — çeviriye zaman kalsın diye.

Söylemek istediğim ilk şey — gönderdiğiniz sorular için büyük, çok büyük bir teşekkür. Sorularınızı inceledik ve derslerimizin ikinci yarısına doğru onları da ele alacağız.

Şimdi ise yavaş yavaş başlayalım ve sezgi ile hedef arasındaki ilişkiye bakalım. Bunlar aslında nasıl bağlantılıdır, birbirlerini nasıl tamamlarlar? Bu da önemli bir konu.

Bu konuyu neden ele almaya karar verdik? Çünkü bu ikisini birer araç olarak görürsek — gerçekten çok güçlü araçlar. İlk bakışta zıt gibi görünseler de, gerçekte iç içe geçerler ve birbirlerini güçlendirirler.

En önemli şey — dengedir. İçsel bilgi (sezgi) ile hedefe yönelik bilinçli eylemler arasındaki denge. Şimdilik bu konuyla ilgili bazı taslaklar çizeceğim, sonra her şeyi birleştireceğiz.

Muhtemelen duymuşsunuzdur, sezgi içsel bir pusula gibidir. Neden? Çünkü sezgi, bilgiyi mantıklı analizden, mantıksal düşünmeden geçirmeden algılayabilme yetisidir.

Nasıl çalıştığını gözlemlersek (birçoğunuz bunu zaten biliyor), seçimle karşı karşıya kaldığımızda — ki bu her gün olur — o anda sezgi, hangi kararı vermemiz gerektiğini gösterebilir. Bu, ruhun derinliklerinden gelen bir tepkidir, ruhun ateşinden bir yankıdır.

Sezgi, bazen tehlikeyi önceden haber verebilir ya da tam tersine, gizli fırsatlara işaret edebilir. Belirsizlik anlarında, mantığın karar vermeye yetmediği durumlarda bize yardımcı olabilir.

Şimdi bu ince çizgiyi ilk kez belirtmek istiyorum ve sonra tekrar tekrar ona döneceğiz.
Eğer sezgi hedefle bağlantılı değilse, bizimle birlikte kalsa bile “uyku moduna” geçebilir. Ara sıra yön gösterebilir, bir şeyler ortaya koyabilir — ama ileriye doğru hareket etmez.
İşte bu bağlantıyı yakalamak gerekiyor: sezgi ve hedef birbirini zenginleştirir. Biri olmadan diğeri eksik kalır.

Sezgi ve hedef birbirine bağlı olduğunda, hedef gerekli odağı ve yönü oluşturur.
İçsel gücünüzü, enerjinizi nereye yönlendireceğinizi gösterir ve seçimlerde bir yön belirler — neyin içsel hissinize uygun olduğunu, neyin sahte olduğunu ortaya koyar.

Hedef, motivasyon yaratır. Zor zamanlarda bile — siz bunu biliyorsunuz — hedef ilerlemeye yardımcı olur.
Her zaman hedefle ilgili olarak zorluklarla karşılaşılır. Bazıları burada durur, bazıları ise devam eder ve hayattan istediği her şeyi alır.

Diğer yandan, hedef sezgi olmadan — katı, tatsız, duygusuz hale gelebilir. Sanki bir hedef varmış gibi görünür, ama ruhsuzdur, kalbi açmaz, çekici değildir. Tekdüze olur.

Bir insan bu durumda olduğunda, hedefe güçle, zorlayarak gidebilir; sezginin fısıltıyla değil, adeta bağırarak verdiği işaretleri ve uyarıları görmezden gelebilir.
Ve bu kişi bu zırhla hareket etmeye devam ederse, sezgiyi dinlemeden, yanlış yolları, yanlış adımları seçebilir — sırf “herkes böyle yapıyor” diye.

O zaman esneklik kaybolur. Bu ne demek?
Seçim şansını, başkaları aracılığıyla ortaya çıkabilecek, açılabilecek alternatifleri reddetmek demek.
Sezgi ile hedefin birleştiği alan sadece zenginleştirmez — hedefe doğru harekette esneklik de kazandırır.

Sezgi sadece hedefi açığa çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda bizi gerçek hedefimize götürmeye de yardımcı olur.
Sezgi olmadan hedefe doğru ilerlemek, bir noktada insanı farkındalığa götürebilir: “Ben hep başkasının hedefine doğru yürümüşüm.”
Başkalarının hedefi — sizin duygularınıza, içsel açılımınıza dokunmayan, sadece onay almak için ya da “herkes böyle yapıyor” diye seçilen şeydir.

Sezgi, yanlış yolları içsel duygular aracılığıyla eleyip ayırır.
Mesela sezgisel olarak hissedersiniz: Şu anda prestijli bir işe girmemek gerekir.
Size derler ki: Bu prestijli, bu ilginç bir iş. Ama sezgi — önce fısıldar, sonra bağırabilir: “Dur!”
Size bir işaret, bir duraksama vermeye çalışır, teklifi yeniden gözden geçirmenizi ya da tam ters yöne gitmenizi önerir.

Neden mi?  Çünkü hisler gösterir ki, tüm bu “prestij” sizin değerlerinize uygun değildir.
Bazen prestij kazanır — ve sonrasında kişi başka şeylerle karşılaşır.

Hedef, sezgiye yön verir. Onu daha pratik hale getirir.
Çünkü hayattaki her şey duygularla bağlantılıdır, ve duygular — sezginin düşmanlarından biridir.
Hedef, sezginin pratik boyuta geçmesine yardımcı olur.
Sezgisel aydınlanmalar gerçekleştiğinde — hedef bu parlamaları gerçek ve somut adımlara dönüştürür.
Hedef olmadan, o aydınlanma sadece bir parıltı olarak kalabilir: kişi şaşırır, sevinir — sonra da soğur.

Bir örnek: bir şirket sahibi. Sezgisiyle bir şeyleri değiştirmenin gerektiğini hisseder. Ve eğer bu duygunun peşinden giderse, bunu nasıl yapacağını analiz etmeye başlar. Sezgi, hedefle ilgili yolda yönlendirme yapar. Çünkü en iyi düşünülmüş plan bile zamanla değişebilir. Sezgi, ne zaman sapmak ya da ısrarla devam etmek gerektiğini fısıldar.

Mesela, bir yazar kitabının konusunu tamamen değiştirmesi gerektiğini anlar. Eğer bunu yaparsa — bir başyapıt ortaya çıkar. Ama devam ederse — o ruh hâli, ilham kaybolur ve ortaya sadece kalıplaşmış bir şey çıkar.

Hedef, sezgiye çalışabileceği malzeme verir. Kendi öz-değerlendirmeleriniz ne kadar netse — sezgisel işaretler de o kadar isabetli olur.
Ne değiştirmek istediğinize ve neye doğru ilerlemek istediğinize net bir şekilde karar verdiğinizde — her yönden gerekli bilgiler çekilmeye başlar. Bu bir eşleşmedir. Bu bir uyumdur.

Hayal edin, ormanda kayboldunuz.
Eğer yalnızca sezginiz varsa — daireler çizerek dolaşırsınız.
Eğer yalnızca hedefiniz varsa — mantık sizi çıkmaza sürükleyebilir.
Ama ikisi bir arada olduğunda — sezgi nerede kaygan, nereden dolanılmalı söyler; hedefse hatırlatır: “Sen nehire gidiyorsun, rotanı koru!”

Bir kafe açmak — bir hedeftir. Ama içinizde börek pişirmek istiyorsunuz, herkes gibi limonata satmak değil. Eğer o içsel uyarıyı görmezden gelirseniz — içiniz rahat etmez.
Ama kabul ederseniz — yükselirsiniz.
Limonata ve börek — sadece birer semboldür. Onların yerine kendi örneğinizi koyun.

Sezgiyi bu yüzden geliştiriyoruz, çünkü hedef — bir harita gibidir, sezgi ise bir el feneri.
Harita olmadan kaybolabilirsiniz. Fener olmadan — tökezlersiniz.

Sezgi, gözlerimizle göremediğimiz şeyleri bilir. Hayatta bu nasıl görünür?
Bu, bir kedide olduğu gibidir — on kez kuyruğuna bastığınızda, sonra artık adımlarınızı hisseder ve iki-üç odadan uzaklaşır ya da kuyruğunu toplar.

İnsanlarda da aynısı. İç sesinizi ne kadar sık dinlerseniz — o ses ne kadar hafif fısıldasa da — o kadar güçlenir. Bu düzenli uygulama ile olur.
Ve bu, “iki saat oturup sezgi çalışayım” gibi bir şey değildir. Bu, hayatın içindedir.
Güvenli alanlarda, risksiz konularda başlarsınız ve yavaş yavaş bunu hayatınıza yerleştirirsiniz.

Şimdi aklıma geldi. Bir keresinde çok bilge bir adam — ki onda işte bu konuştuğumuz şeyin çok ilginç bir birleşimi vardı: sezgi ve hedef — bana şöyle demişti:
“Bunu kendine not et. Sadece aktarıyorum. Her gün kendine şu soruyu sor: Bugün neye ihtiyacım var? Bugün ne istiyorum?”

Bakın, iki soru. Bugün neye ihtiyacım var? Bugün ne istiyorum?
Görünüşte benzer, ama biri hissiyattan, diğeri bambaşka bir hâl durumundan gelir.
Bu iki soruyu sorduğunda, cevapların kesiştiği yeri ara.
İşte orada gerçekten sana gerekli olan şeyi bulacaksın.

Eğer bunu yapmazsan — bu yeteneği kaybedersin.
Kendini duyma ve hissetme yetini hayatından çıkarırsın.
Eğer kendini dinlemeyi unutursan — bu seni başkasının hayaline götürür.
Kendi hedefini unutursan — arzularında, isteklerinde kaybolursun.
Sonu gelmeyen bir arayış başlar.

Bu yüzden, eğer kendimizi dinlemezsek, ne yazık ki çok sık karşılaşılan bir durum ortaya çıkabilir.
Bir kişi on yıl boyunca işe gider, katlanır, çünkü “öyle gerekiyor”, çünkü “böyle alışılmıştır”.
Ve sonra, ancak kırk yaşına geldiğinde birden fark eder ki, hayat ondan geçmiş.

İşte bu, kendimizi dinlemediğimiz anlardan biridir.
İçimizde her zaman var olan o içsel diyaloğa hiç dikkat etmediğimizde.

Bu yüzden bu alan — oldukça kolay bir alan değil.
Acı verici olabilir. Ama bu acıya varmamak için — her birinizde bu zaten kendini gösteriyor…

Yakın zamanda bir web semineri düzenlemiştim — herkes sezgiyle karşılaşır.
Herkes hayatında onun tezahürleriyle defalarca karşılaşmıştır.
Ama birçok insan buna inanmaz. Ve bu oldukça garip.
Çünkü biz bunu bir şekilde hep hissederiz.
Sadece bu sesin sessiz olması, onun var olmadığı anlamına gelmez.

Kimi için bu, aşırı durumlarda ortaya çıkar. Kimi için açıklık hâlinde, sevgi durumunda.
Kimi için yardım etme arzusunda. Bu alan — geniştir.
Ama ben isterdim ki siz, en azından az da olsa, bu birleşimin — bu tandem yapının — kendi vizyonunuzu kurmaya çalışın.

Şimdi, sorulara geçelim. Şimdi inceleyeceğimiz soru şöyle:
“Sezgi — duyguların varlığı mı, haberci rüyalar mı, içsel bir ses mi, yoksa ilahi bir yönlendirme mi? Bu, hayatımda en sık yaşadığım şey. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?”

Öncelikle, bir yandan bu soru tanıdık bir alan gibi görünür.
Ama dikkatle bakıldığında — oldukça derin ve kolay olmayan bir sorudur.

Bakın, siz ne sıraladıysanız — bunların hepsi birlikte olabilir.
Ama ayrı ayrı da olabilir. Ya rüya olur, ya da sizi bir tür rehberlik izler.
Neden? Çünkü herkes bunları, kalbinin açıklığına göre hisseder ve algılar.
Sizde bu bir bütün olabilir — hem rüyalar, hem iç ses, hem de sizi yukarıdan yönlendiren bir varlığı hissedebilirsiniz. Ya da sadece biri olabilir.

Hepsi kalbin ne kadar açık olduğuna bağlı.
Kimi insan için bu rüya yoluyla gelir — çünkü orada beyin müdahale edemez, karışamaz, açıktır. O hâl içinde. Kimi, iç sesi duyar. Kimi içsel bir görüşle görür. Kimi ise sadece hisseder — açıklayamaz ama hisseder.

Mesela, ustalar tarafından gerçekleştirilen en hızlı ve etkili eğitimlerde — bu genellikle rüyalar aracılığıyla olur. Orada engel yoktur. Biri çıkıp “bu bir mistik şey” diyebilir.
Ben ise derim ki — bu gerçektir. Çünkü orada aldatma yoktur.
Bu gerçekleştiğinde ve sen bunu açıkça hissettiğinde…
Ama sonra uyanırsın ve “herhâlde hayal ettim” diye düşünürsün.
Ve sonra usta ya da bağlantılı olduğun kişi aniden sana kendiliğinden yazar, seni konuşmaya davet eder ve sana seninle ne olduğunu anlatır.

Şimdi hedef meselesine geçelim. Soru şöyle: “Ben kendi hedefimi gözden kaçırdım. Kaçırdım. Ev, aile, çocuklar üzerine odaklandım. Hedeflerim var — iyi hedefler.
Mesela, okuma güçlüğü yaşayan çocuklar için bir kurs sunmak — ‘Kolayca Okumayı Öğreniyoruz’. Ya da bir kitap oluşturmak. Ama öncelik aileye kaydı.”

Bu çok ilginç bir soru. Kişi hedefini tamamen terk etmemiş, ama durdurmuş. Aileye ağırlık vermiş. Bu iyi bir seçim. Ama denge kaybolmuş.
Oysa olması gereken — eşitlik hâlidir: aile, sağlık, kendini gerçekleştirme, iş.
Birinin eksikliği diğerini etkilememelidir.

Evet, aile var. Çocuklar var. Ev var. Ama bir şekilde geçinmek gerek. Bir şekilde desteklemek gerek. Eğer bu olmazsa, bu da yansır. Sağlığa. Ruh hâline. Bu yüzden denge — tam anlamıyla bir sanattır. Hayattaki acılardan uzaklaştıran şey de tam olarak budur.

Şimdi hedeflere geri dönelim. Yazdıklarınız — en az iki hedef. Ve her ikisi de lütufla şekillenmiş. Başka türlü adlandırılamaz. Bu, çocuklar için. Bu, onlara vermek istediğiniz bir şey. Ve biz bunu daha önce de söyledik: Böyle bir hâlden verdiğinizde, yukarıdan da verilir.
Her şey senkron çalışır.

Ve burada çok ilginç bir ilişki var: Bir hedefi gerçekleştirirken — diğeri de kendiliğinden peşinden gelir. Eğer bir kitap oluşturursanız, kursu daha kolay şekillendirebilirsiniz.
Eğer kursu hazırlarsanız — elinizde sadece teorik değil, gerçek bir kitaba dönüşecek canlı materyal olur. Deneyimden geçersiniz. Kendinizden geçirirsiniz. Ve o zaman her şey gerçek içerikle dolu olur.

Şimdi birkaç soru daha var — doğrudan bugünkü konumuzla ilgili olmasa da, bakış açısına göre değişir. Bilinçli olarak burada cevap vereceğim. Bazılarına kısa, bazılarına biraz daha ayrıntılı. Nedenini de açıklayacağım.

İlk soru — bloklar hâlinde geliyor:

– Gözlerim için, görüşüm için hangi kod var? – Geçmişimin iplerinden, bağlarından kurtuldum mu? – Kalbim şu anda açılıyor mu?

Bu soruların cevabı — sadece tek bir tanedir, çok kısa bir cevaptır: Bunların cevabını ancak siz bilebilirsiniz. Daha doğrusu — bilmek değil, hissetmek. Bunu sadece siz yapabilirsiniz.
Kimse size bunu söyleyemez. Sadece siz hissedebilirsiniz: kalbiniz açıldı mı, açılmadı mı.
Bunun için çevrenize bakmanız, kendinizi hissetmeniz gerekir.

Soru şöyle devam ediyor: Öfkeyle veya saldırganlıkla nasıl başa çıkabilirim?

Burası duyguların sarkacında çalışma alanıdır. Bu, iyileştirici bir kursun alanıdır. Bu konu orada detaylı şekilde ele alınıyor. Yıllardır bu kursu vermiyorum, çünkü bilgi edinmek için başka, daha ilginç alanlar var. Eğer bu konuyu anlamak istiyorsanız — oraya dalmanız gerekir.

Şimdi devam edelim: “Neden sol kolumda, omzumda, kalp bölgemde, midemde, sol tarafta ve sırtımda, omurga civarında acı, yanma hissi var?”

Bakın, bu soruyu sorabilirsiniz, üzerine düşünebilirsiniz. Cevabı mümkün olduğunca ayrıntılı vermek istedim, ama sonra kendimi durdurdum. Neden? Çünkü anlamak için önce bir tetkik yaptırmak gerekir. Tahmin yürütmemek için. Bilinmezlik içinde kalmamak için.
Çünkü bilinmezlik — korkunun ve hayal gücünün başlıca kaynaklarından biridir.
Ve ancak ondan sonra iyileşme süreciyle ilgilenmek gerekir. Ama önce sebebi öğrenmek lazım. Ne iyileştirilecek — onu anlamak.
Bunun için bir tetkik yaptırmanız gerekir.
Ve bu tetkiki en az üç farklı, birbirinden bağımsız yerde yaptırmak en iyisidir.
Çünkü bazı yerler ticari, bazıları yetersiz, bazıları başka sebeplerle farklı olabilir.
Ama üç yerde sonuçlar çakışıyorsa — işte bu, daha önce konuştuğumuz o kesişim noktasıdır. Gerçeğin ortaya çıktığı yer.

Şimdi devam edelim: “Affetmeden önce öfkenin dışa çıkmasına izin vermek gerekir mi? Bu konuda hep kararsız kalıyorum.”Bu yine duyguların sarkacıyla ilgili bir alandır.
Neden? Çünkü öfke anında, ona çıkmasına izin verirseniz, bedeninizi hissetmezsiniz.
Ona hükmedemezsiniz. Duygu baskındır. Her şeyi ele geçirir. Ve üstelik — yıkar.

Bu yüzden burası yine duyguların sarkacının alanıdır.
Bu sarkacı yönetmeyi öğrenmek gerekir — öfkeye varacak noktaya gelmemek için.
Ama aynı zamanda onu bastırmamak için. Dönüştürmek gerekir. Ama bu da yine iyileştirici kursun alanıdır.

Şimdi güzel ve pratik bir soru: “Neden devam etmek bu kadar zor?”
Otuz gün boyunca her şey başarılı geçti. Hedeflerime ulaştım.
Ancak sonrasında gevşeklik, rehavet ortaya çıktı.
Ve devamı şöyle: “Her zaman ne istediğimi hatırlamak için hangi öneriler, hangi püf noktaları vardır?”

Öncelikle, bu öneriler ve püf noktaları ilk bölümde konuşulmuştu. Ama burada neden zerinde durmak istiyorum. Bu ağırlık neden ortaya çıkar? Bu durma neden olur? Bu rehavet neden gelir?

Ana nedenlerden biri — alışkanlık meselesidir. Çünkü alışkanlıklarımızda geçirdiğimiz zaman, pratikte geçirdiğimiz süreden çok daha fazladır. Ve bu en zor noktadır.

Ama siz pratiğe başladığınızda — otuz gün boyunca — her şey yolundaydı, hedefler belirlendi…
Yani pratik yaparken yavaş yavaş gerekli ağırlığı oluşturmaya başlarsınız.
Yani beceriyi daha fazla kazanırsınız — hem süre bakımından, hem hedefe ulaşma açısından. Ve en önemlisi — bu başarılar için kendinize teşekkür etmeyi unutmayın.

Çünkü kendinize ulaştığınız hedefler için teşekkür ettiğinizde, bunu sağlamlaştırırsınız.
Sabitlersiniz.
Hedefe doğru giden yolda tekdüzeliği ortadan kaldıran güçlü bir destek oluşturursunuz.

Neden? Çünkü şükran, bedende sabitlenir. Hedefle bağlantılı hoş bir bedensel his oluşur.
Eğer bunu yapmazsanız — çok sayıda insanda gördüm — hedefe doğru ilerliyorlar, ama bu onlarda bir tekdüzelik yaratıyor. Yani ilham kayboluyor. Ulaşabileceklerini biliyorlar.
Hedefe ulaşıyorlar — ve sonra bakıyorlar: sırada ne var? Hangi yeni hedefi bulsam?

İşte burada mutlaka — şükran alanı devreye girmeli.

Şimdi sıradaki soru: “Üç günlük kursta diş hekimliği konusunu ele almıştık. Hastaların acısından ve korkusundan kendimizi korumak gerekir mi?”


Kişi yazıyor: “Ben bir diş hekimiyim ve dikkat etmeye başladım: hastanın acı durumu beni etkiliyor. Etkili bir arınma ya da korunma yöntemi var mı?”

Cevaplıyorum: evet, bu konuyu konuşmuştuk. Özellikle insanlarla doğrudan temas halinde olanlar için geçerlidir. Bu sadece diş hekimleri için değil — masözler, psikologlar, her gün başkalarının duygularıyla, acısıyla, yaşantısıyla çalışanlar için de geçerlidir.

Birinci kural — işten eve geldiğinizde, akşam yemeğinden önce mutlaka duşa girin.
Sadece hijyen için değil. Duş, size ait olmayan, gereksiz olan şeyleri yıkayıp atmaya yardımcı olur. Üzerinize yapışan şeyleri. Böylece bunlar yemekle birlikte bedeninize, derinlere gitmez.

İkincisi — daha derin temizlik yöntemleri vardır. Arındırıcı dualar. Bunları ya kendiniz okursunuz ya da bir uzman okur. Önemli olan, bunu düzenli olarak yapmaktır.

Bunun gerekli olduğunu gösteren bazı işaretler vardır. Neler?
Eskiden fıkralara gülümseyerek, heyecanla tepki verirdiniz — şimdi bir fıkra anlatılıyor ve gülmüyorsunuz. İçinizde her şey sanki gri olmuş. Bu bir işarettir.

Arkadaşlarınız diyor ki: “Sen sanki değiştin, eskisi gibi duygusal değilsin, öyle tepki vermiyorsun.” Eskiden espri yapan biri şimdi içine kapanmış.
Bu, kirlenmenin ilk tabakasıdır. Yüzeyseldir, ama daha derine inebilir.

Bazen biri “Hadi doğaya gidelim” diyor — ama siz istemiyorsunuz.
Ya da “Falanca kişiye git” diyorlar — siz sinirleniyorsunuz.
Bu sizin öfkeniz olmayabilir. Bu artık içeriye işlemiş, size ait olmayan bir şeydir.

İşte bu tür durumları zamanında fark etmek gerekir. Derinleşmesine izin vermemek gerekir.
Özellikle insanlarla çalışan biriyseniz. Bu, sizin enerji ve duygusal seviyedeki kişisel hijyeninizdir.

Şimdi sıradaki soru: “Sezgiyi geliştirmek için, sadece yarım saat ayırabileceğimiz günlerde hangi pratik önerilebilir?”

Her ne kadar az gibi görünse de, bu az değil.
Dikkat edilmesi gereken en temel şey — içsel durumu çalışmaktır.
Yani belirli bir içsel hâli ne kadar süreyle sürdürebildiğiniz.
Hangi hâl olduğu size kalmış.

Örneğin, huzur. Gerçek anlamda bu hâlde, açık bir şekilde, ne kadar süreyle kalabiliyorsunuz? Bir dakika bile dayanabildiyseniz — bu hiç fena değil.
İki dakika — çok iyi. Çünkü bu, içsel bir sükûnettir ve bu, sezgisel bir çözümün ortaya çıkmasını yüzde yüz garantiyle sağlar.

Eğer huzur hâlinde 10–15 saniye bile kalamıyorsanız — demek ki duygular baskın.
Ve duygular, daha önce de söylediğimiz gibi — sezginin en büyük düşmanlarından biridir.
Bu da demektir ki, sezgiyi hissedemez, gerekli içsel dürtüyü fark edemezsiniz.

İkinci yöntem: bu yarım saatiniz var. Kendinize alıştırma yapabileceğiniz bir yer seçin.
Örneğin, yoğun bir cadde. Oturun ve karar verin: kaç araba geçtikten sonra seçtiğiniz renkteki bir araba geçecek? Bir renk seçiyorsunuz — ve odaklanıyorsunuz.
Yarım saat boyunca ara vermeden.
Bu bir örnektir.

Sonrasında siz bu pratiği çeşitlendirebilirsiniz. Neden yarım saat? Çünkü bu süre içinde sezginizin hangi aşamada olduğunu anlayabilirsiniz — başlangıç, orta ya da son düzeyde mi?

Bu ne demek? Eğer en başta renk ve zamanı doğru tahmin ediyorsanız ama sonra hatalar artıyorsa — sizde başlangıç seviyesi çalışıyor. Eğer ilk başta olmuyor ama 15 dakika sonra başarı artıyorsa — sezginiz orta aşamada devreye giriyor demektir.
Eğer her şey kötü gidiyor, yoruluyorsunuz, “tamam, oturayım bitsin” diyorsunuz — ve aniden tahminleriniz tutmaya başlıyorsa — bu, sizde sezginin son aşamada, yani gevşeme anında açıldığını gösterir.

İşte bu — sezgiyi kaygan kuyruğundan yakalamaktır.
Kendi ritminizi anladığınızda, diğer pratiklerde sezgiyi daha kolay kullanabilirsiniz.
Örneğin, biliyorsunuz ki sizde başarı 15 dakika sonra geliyor — o zaman diğer uygulamaları da buna göre şekillendirirsiniz.

Şimdi soru şu: Aranızdan kim, tam şu anda, 10–15 saniyede bir “bilme hâli” yaratabilir? Elini kaldırsın.

Güzel. Görüyorum. Eva, mikrofonu aç. Başardın mı? — Evet, başardım. — Nasıl? — O hâli yaşadığım bir anıyı hatırladım. O bilme hâlinde olduğum, sonuç aldığım net bir durumu.

Teşekkürler. Kim “güç hâlini” yaratabilir? Mihail? Evet, söyle — bunu nasıl yapıyorsun?
— Bedendeki bir his aracılığıyla. Bu fiziksel bir hafıza. Vücut duruşu, kaslar — ve hemen güç, güven, pozitiflik hissi geliyor. — Peki bu sende ne zaman olur?


— Muhtemelen bu kazanılmış bir şey. Her an bunu üretebiliyorum. Bir bedensel hisle tetikleniyor — ve hemen duygu seviyesine çıkıyor.

Teşekkürler. İşte şimdi pratiğe geldik. İçsel bir hâl yaratıyorsunuz. Mesela güç, ya da huzur, ya da bilme hâli. Ve bu hâlden bir sezgi pratiği yapıyorsunuz.
Mesela renklerle, sayılarla, arabalarla, nesnelerle. Önemli olan — hangi hâlde sizde sonuç ortaya çıkıyor, onu gözlemlemek.

Üç içsel hâl alabilirsiniz. Sırayla bunları etkinleştirirsiniz. Ve her birinde aynı alıştırmayı yaparsınız. Sonra da sonuçları karşılaştırırsınız.

Ve bir soru daha: İçsel hâliniz dışında, size sonucu getiren başka ne yardımcı oluyor?
Bu sizin ev ödeviniz. Bulursanız — yazın. Minnettar olurum.

Şimdi bir sonraki aşamaya geçelim. Sizden gözlerinizi kapatmanızı rica ediyorum — sadece birkaç saniyeliğine. Sadece dikkatinizi dağıtmamak ve kendinize odaklanmak için. Şimdi, şu anda hayatınızda ihtiyaç duyduğunuz içsel hâli oluşturmaya çalışın. Herkesinki farklı: kimi için huzur, kimi için kararlılık, kimi için heyecan. Bunu nasıl yapabiliyorsanız, nasıl hissediyorsanız — o hâli güçlendirin.

Ve şimdi, bu hâlden yola çıkarak hayalinize, dileğinize, hedefinize bakın — hayatınızda gerçekleşmesini istediğiniz şeye. Aklınızdan değil, duygularınızdan. İçinizden.

Bu ne olabilir? Her şey. Kendinizle ilgili olabilir. Ailenizle ilgili olabilir.
Yaşadığınız yerle ilgili olabilir.
İçinizde yeni yeni filizlenmeye başlayan bir şeyle ilgili olabilir.

Şimdi biraz daha ilerisine bakın. Eğer bu gerçekleşirse — ne olacak? Ne açığa çıkacak?
Ne güçlenecek? Bu gerçekleştiğinde hayatınız nasıl olacak? Bu hâli daha da güçlendirin. Elinizden geldiğince. Bu hâli daha hissedilir kılın. Daha fazla gerçeklik ekleyin.
Sanki bu — zaten oluyor. Tam şu anda. Bir gün değil — şimdi başlamış gibi.

Ve şimdi, nasıl biliyorsanız, nasıl hissediyorsanız — teknik bilmeniz gerekmiyor — önemli değil. Sadece kalpten, ruhtan bir niyet oluşturun.
İçsel bir dilek. Gördüğünüz, hissettiğiniz şeyin gerçekleşmesi için.
Hayatınıza gelmesi için. Gerçeğinizin bir parçası olması için.

Bunu yaparken, bedende bir şey oluşsun: belki titreme, belki ürperme, belki hafiflik, belki bir dalga, bir gülümseme, hatta belki gözyaşı. Bu da güzeldir. Demek ki bunu buradan değil — kalpten başlattınız.

Ve bu hissi, bu tepkiyi yakaladığınız anda — tamam, bitirebilirsiniz. Uzun sürmesine gerek yok. Önemli olan — kalpten olması. Çünkü beden bunu hissettiyse, bir şey yanıt verdiyse — süreç başlamıştır.

Geriye kalan — oturup beklemek değil. Küçük adımlar atmaktır. Daha önce konuştuğumuz gibi. Hedef — pratik adımlar verir. Sezgi — süreci başlatır. Sonra siz bunları birleştirirsiniz.
Bir tandem hâlinde.

Ve son olarak. Web seminerimizin nasıl başladığını hatırlayın. Sakin başladı. Sonra bazı kesintiler, müdahaleler oldu. Buna farklı şekillerde bakılabilir. Farklı yorumlar yapılabilir.
Ama bunu bir engel olarak algılarsak — bu kesinlikle tesadüf değil. Çünkü, öncelikle, bu benim uygulamalarımda ilk kez oldu.

Duygusal tepki verip “Tamam, kapatalım, sonra devam ederiz” deseydik — karanlık taraf görevini yerine getirmiş olurdu. Tıpkı hayatta olduğu gibi. Ama biz devam ettik, geçtik, ilerledik — ve sonunda yaptığımız şey, birlikte açtığımız şey — birçok kişi için kilit noktaydı.

Şimdi hayatınızda gözlemleyin. Bugün attığınız bu tohum. Eğer gerçekten içtendi, kalptendi, ruhtandıysa — onun mistik yönünü göreceksiniz. O şekillenecek.

Siz bunu yaparken ekrana baktım. Ve gördüm: bazıları çocuklara dönüşmüştü.
Çünkü çocuklar içtenlikle inanır. İçtenlikle hayal kurar. İçtenlikle diler. Ve bazılarınızın yüzünde bu açıkça görülüyordu. Kimileri bunu öyle bir coşkuyla yaptı ki — sanki oradaymış gibi ürperiyordu. Sanki çoktan gitmişsiniz gibiydi.

İşte bu hâl. Bu — geleceği hatırlama hâlidir. Hayal değil. Görselleştirme değil. Hatırlama.

Biz geçmişi hatırlamaya alışkınız — bu normal. Ama burada — siz geleceği hatırladınız.
Mümkün olanı. Zaten sizde olanı.

Ve eğer bu gerçekten böyle olduysa, eğer bu gerçeğe dönüştüyse — oraya vardığınızda bu anı hatırlayacaksınız. Ve kendinize diyeceksiniz ki: “Evet. Ben bunu zaten o zaman biliyordum. Zaten görmüştüm. Zaten hissetmiştim.”

Herkese çok teşekkür ederim.
Bu sınavdan birlikte geçtiğimiz için teşekkür ederim.
Sakinliğiniz, sabrınız, güveniniz için teşekkür ederim.
Karşılık vermeye kalkmadan, savaş başlatmadan ilerlediğiniz için teşekkür ederim.
Organizatörlere teşekkürler — birçok farklı ülkeden katılımcımız vardı.
Teşekkürler.

Görüşmek üzere.
Hoşça kalın.
Dinlenin.
Bay bay.
Kucaklıyorum.
Teşekkür ederim.

2 Yorumlar

  1. merhabalar
    bu webinarı kaçırmıştım burda paylaştıgınız için teşekkürler

    1. Merhabalar,
      Güzel geri bildiriminiz için çok teşekkür ederiz. Webinarın faydalı olmasını dileriz. Her zaman buradan takip edebilirsiniz. 🙏

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir