Sunucu: Peki, hastalığını yenmek için gücünü toplayan bir insan için en önemli şey nedir? Kendi hedefine ulaşmak için, tüm şüpheleri reddetmek mi? Bu yolculukta ona kim yardım edebilir ve onu ne tür engeller bekliyor?
Norbekov: İşte tam olarak bir mentor gerekli. Özellikle yolculukta. Neden mi? Çünkü kronik hastalığı olan bir insan, kendisi için en kötü mentordur. Çünkü karakter ve hastalık aynı şeydir. Hastalık, karakterin ve dolayısıyla öz değerlendirmenin bir yansımasıdır.
Mentorum sürekli olarak şunu söylerdi: “Oğlum, Evrenin yasaları, Tanrı’nın yasası her şeyde, her yerde, her zaman aynıdır. Tanrı sevgidir. Eğer kendine karşı bir kin hissediyorsan, bu kini ve kötülüğü senin içinde şeytan yaratıyor demektir. İyilik ve kötülüğün savaş alanı sensin, içindeki sen. Seçim senin. İyi ve kötü yol verilmiştir, senin seçmen gerekir, oğlum. Eğer insanları nefret etmeye başlarsan, bil ki içindeki şeytan konuşuyor. Eğer seviyorsan, içindeki güçler aydınlıktır. Eğer korkuyorsan, içindeki şeytanı bul ve yen.”
Sunucu: Bir doğu bilgesi şöyle demiştir: “Bu dünyada olan işleri düşünmek sufilerin yolu değildir. Öbür dünyada olan işleri düşünmek sufilerin yolu değildir. Bu dünya ve öteki dünya, ulaşılamaz dün ve yarındır. Sufinin yolu bugündür, sadece senin için seçilmiş olan.”
Ve insanın tezahürü, kişiliğin tezahürünün iç yaşamının bir başka katmanı daha vardır ki, dikkatli bir bakışı gerektiren. Dış problemlerimizin köklerinin sıklıkla gizlendiği yer burasıdır ve bu da Mirzakarim Sanakulovich’in araştırmalarının ve arayışlarının bir konusudur.
Norbekov: Kafamızda “taze bilgi” diye bir kavram yoktur. İki yaşında, beş yaşında, yirmi yaşında veya hatta doksan yaşında aldığımız her bilgi, bugünkü davranışımızı ve tepkilerimizi etkiler. Ben mesela yazmayı sevmem, özellikle kalemle. Bu yüzden yazılmamış çok kitabım var. Bu sorunu analiz ettim ve nedenini çocukluğumda buldum. Okuldayken hep “k” harfini yazardım. O zaman bizde iki kuruşluk kalemler ve mürekkep kutuları vardı.
Küçük böcekler ve sinekler bu mürekkep kutusuna girmeyi severdi ve uçları oraya girdiğinde, uçlarına bu böcekler takılırdı. Onların “memnun yüz ifadesiyle” defterime düştüklerini hatırlıyorum. Bunu hatırlıyorum. Kalemim parlayan defterin yüzeyinden nasıl yansıdığını ve nasıl yazdığımı hatırlıyorum. Bir başka K yazdığımda, tüylerin ucunda ölü bir sinek çıktı, yüzü boyanmış bir kadın gibi. Mürekkep damlasıyla birlikte deftere düşer. Bunu hatırlıyorum. O zaman çok korkmuştum, çünkü birinci sınıftaydım ve bu sineği bir kenara attım, ellerim mürekkepliydi ve siyah pantolonumda onları silmeye başladım, sonra onları parmaklarımla temizlemeye çalıştım ama leke sadece büyüdü. Düzeltmek istedim, başaramadım. Sonra beyaz gömleğimin manşetini aldım ve silmeye çalıştım ama manşetim altında kağıt bir akordeon gibi toplanıyordu – toplanıyor ve düzeliyordu ve orada bir delik oluştu. Hocamın, büyük bir adamın, arkamda durduğunu ve kafama o kadar sert bir tokat attığını hatırlıyorum ki gözlerimden kıvılcımlar saçıldı.
Şimdi başımın elma büyüklüğünde olduğunu anlıyorum. İki metre boyunda bir adam ve yedi yaşındaki bir çocuk, belki de sevgiyle hafif bir tokat attı, ama bu bana hiç yardımcı olmadı. Sayfayı yırttı, “devam et yaz” dedi, hala gülümseyerek ve bana bakıyordu. Eve dönerken ağlıyordum, çantamın kayışını tutarak, çantam çakıltaşı üzerinde sürüklenirken, insanlar “ne oldu oğlum?” diye soruyorlardı. Daha fazla ağladım, çünkü çok kırılmıştım. Neden bana vurdu? Düzeltmek için çok uğraştım, bunu bilerek yapmadım, ama yine de bana vurdu.
Her dersten beş aldım, sadece yazı dışında – orada her zaman ikiydi. Kalemle ve kağıtla ilk buluşmamda böyle bir darbe aldım. Bunu analiz ettim ve anladım ki, şimdi karşınızda oturan yetişkin bir adam, bir kalem aldığında, bilinçaltı bir tokat bekliyor. Her imza için, bilinçaltım bir darbe bekliyor, tokat almak yerine kalemi kendinden uzak tut, yazma. Ama ne kadar yazmak istiyorum!
Sunucu: Her birimizin kendi bilincinde bu tür izler bulabileceği muhtemeldir ve bu bir problem olmazdı eğer farkında olmadan reaksiyonlarımızı, düşüncelerimizi, eylemlerimizi etkilemezler, bize hatalar yaptırırlar ya da bazen bize olumlu ve önemli sonuçlar getirebilecek bir şeyden vazgeçmemizi sağlarlar. Onlarla nasıl mücadele edilir, bu yöntemin anahtar kelimesi nedir?
Norbekov: Kelime – affetmek. Kıskançlık varmıdır? Hepimizin içinde var, ama ben onun bende olmadığını söyleyebilirim. Bu sorumluluğu tamamen üzerime alarak söyliyorum. Neden? Üstadım şöyle dedi: “Oğlum, kendi öğrencilerini yetiştirmek istiyorsan, insanlara özgü olan bu, bu ve bu olumsuz niteliklerden, kıskançlık dahil, kurtulmalısın.” Ben o zaman onlara şunu söylemiştim: “Benim ne kıskançlığım var? Bir insana kıskançlık duymam, bende kıskançlık yok! Üstadım: Dur, ağzını kapat, şimdi seni yargılamıyorum, içindeki kıskançlığı bul.”
Bulmaya başladığımda, evet, vay be, aslında Moskova’nın tüm nüfusu kadar çok kıskançlığım var. İlk bakışta bende olmayan kıskançlığı gidermek için yaklaşık sekiz yıl çalıştım. Sokakta duruyor, güzel bir araba geçtiğinde, düşünüyordum: “Ben de böyle bir araba istiyorum.” Biliyorum ki bu, kıskançlığın güzel paketlenmiş halidir ve onu yok etmeye başladım. Kıskançlığı avlamaya başladım. Gün boyunca bir kontrol mekanizması kurdum.
Lütfen söyleyin, her gün bir yere gidiyorsunuz, kapı açılıyor ve hemen bizi kirletiyorlar ya da bir süre sonra bizi dövüyorlar, belli bir süre sonra biz oraya gitmeyi brakıyoruz. Bundan kurtulduktan sonra, bende hatta alerji oluştu buna karşı, bilinçaltı düzeyde kıskançlık ortaya çıktığı anda, onu yok ettim, mücadeleye devam ettim. Bundan sonra öğrencilerim olmaya başladı: herhangi bir başarı sende sevinç hissi hissettirir. Kıskançlık bazen alınganlık yaratır, gurur – alınganlık, bağlılık – yine alınganlık ve böyle devam eder. Her birimiz içimizde alınganlık hissi uyandıran bütün olayları bulup, ve onlardan kurtulmalıyız.
Sunucu: Kırılma acısı – herkesin tanıdığı bu duygu, çocukken erken yaşlarda onu tanırız. Favori oyuncaklarının alınmasından veya erken yatmaktan dolayı üzülen kim olmadı ki? Sonra okul dönemi hayal kırıklıklarıyla, yetişkin hayatta ise sayısız kırıklıklarla devam eder. Ve onlar ne kadar hayatımızı zehirlerler!
Norbeкov: Eğer hayatta ilerlemek istiyorsak, hayatta çok mutluluk, sevinç elde etmek istiyorsak, sadece kendimiz için değil, çocuklarımız için de, küskünlük ve kırılmalardan kurtulmamız gerekiyor.
Ve lütfen hatırlayın, bazen nasıl davrandığımızı. Bir noktada, bu alçakları, bu kötü adamları, bu hainleri hatırlamaya başlıyorsunuz, belki de ölmüşlerdir, öteki dünyaya göçmüşlerdir, ama ruhunuzda çok fazla kırgınlık bırakmışlardır. Onu düşünerek on yıl geriye döndüğümüzü, mezarında onu bulduğumuzu, kaldırdığımızı, giydirdiğimizi, yıkadığımızı… “Kalk be kötü adam! Yatıyorsun mu? Ben acı çekiyorum!” diye konuştuğumuzu… Hatta öteki dünyaya geçenlere bile nefret ederiz. Ama bu çok zaman kaybı, çok fazla ruhsal enerji, çok fazla hastalık. Biliyor musunuz sayın dinleyenler, çok alıngan olanlar, kırgınlık – kanser hastalıklarının nedenlerinden biridir. Kırgınlık, bağışıklık sisteminin belirli yönlerini baskılar. Bu sistem, her gün binlerce kanser hücresi üreten mekanizmayı kontrol eder. Evet! Felsefi bir bakış açısıyla bakarsanız, kanser hastalığı diye bir şey yoktur.
Neden mi? Çünkü her gün yüz binlerce hatalı hücre, bağışıklık sistemimizde belirli “bekçi köpekleri” var, görevleri bu hücreleri bulmak ve vücudu korumak, onlar bu hücreleri öğle yemeği, kahvaltı, akşam yemeği için yerler. Onlar kanser hastalığının gelişmesine izin vermezler.
Ve çok alıngan bir insan, ve şimdi diyorum ki, kanser hastalıklarının ortaya çıkmasının nedenlerinden biridir. Kesin bir kural gördüm – bu affetmeme, kırgınlık ve ölüm arasında. Birisinden nefret ediyorsan, birisini affedemiyorsan, bu, belki de kendine bir tabut hazırladığın anlamına gelir. Nefret eden kişi acı çeker, bundan habersiz olan kişi ise mükemmel uyur.
Biraz bilime değindim, şimdi İsa Peygamber’in kanını insanların günahlarını ödemek için neden döktüğüne, O’nın hayatını insanların günahlarını ödemek ve onları affettirmek için neden verdiğine bakalım. Siz, canım benim, Tanrı’nın kendi benzerliğine göre yarattığı, komşunuzu veya kocanızı veya başkasını affedemiyor musunuz? Bu Yaradan’dan değil. Kırgınlık, nefret, intikam Şeytandan geliyor. Tanrı günahlarımızı affederken, neden biz başkasının günahlarını affedemiyorsunuz?
Sunucu: Evet, affetmek karmaşık bir şeydir. Hatta sevdiğimiz birine bile yaklaşıp ona bu basit kelimeleri söylemek ne kadar zordur: “Özür dilerim”. Bu iç direnci, negatif duygularımızın bu engelini aşmak ne kadar zordur. Ancak, daha gizli ve daha tehlikeli bir kırgınlık biçimi olduğu anlaşılıyor, ki bu kendine olan kırgınlık, ve bu o kadar kolay yakalanmıyor.
Norbekov: Lütfen söyleyin, eğer kendinize karşı bir kırgınlığınız varsa, o zaman yanıldığınızı biliyorsanız, bu demektir ki şu anda farklı bir insansınız. Kendinize karşı olan kırgınlıklarınızı bırakın, bu demektir ki bugünkü siz o şekilde davranmazdınız, daha iyi davranırdınız. Bu demektir ki siz daha iyisiniz. O zaman neden daha kötü bir insanın acısını daha iyi bir insan çeksin?
Bunun üzerinde çalışmak daha iyidir. On binlerce insanla çalışıyorum ve bunun ne sonuçlar getirdiğini görüyorum. Bir çalışanım vardı, uzun süre evlenmek istemezdi, 41 yaşındaydı. Sertifikalı bir bekar. O evlilik hakkında düşünmeyi bile düşünmüyor. Ne zaman sorunlarına dalıp gittiğimizde, evlilik konusu gündeme geldiğinde kendini geri çektiğini fark ettik.
Bir gün, “kuyruğunu kıstırdığımızda”, Şöyle böyle bir şey oldu mu? – itiraf etti. Annesine olan kırgınlığı braktığında bu çalışanım, onu sevdiği ve saygı duyduğu annesinden, ve bu kırgınlığı 14 yaşından beri taşıyordu, evlendi, ve şu an itibariyle iki yıl geçti. Affetmeden sonra, hemen iyi bir kadın aniden kendi kocasını bulduğu ortaya çıktı.
Ve birçok kadın, içlerinde bir yerlerde bir kırgınlık olduğu için evlenmiyorlar. Onu bulmalısınız, çünkü kırgınlık, kötülüğün sınırsız bir alanıdır.